22 Eylül 2010 Çarşamba

5. GÜN (21.09.2010 Salı)

Her yeni gün yeni bir macera, yeni bir bilinmezlik demek. Herşeyi belirli plan ve proğram çerçevesinde yaparken, bu gün ne yapacağıma ilişkin kafamda hiçbir fikir, plan ve proğram olmaksınız çıkıyorum yola.Bu güne ve yoluluğumun tamamına ilişkin yapılmış tek plan pedal çevirmek...
Bu gün yine düşündüğüm saate uyanamıyor, geç kalıyorum. Sanıyorum saat düzenimde bir değişiklik yapmam gerekecek. Sabah uyandığımda lastiğimin patlamamış olması günümün güzel olacağının ilk sinyallerini veriyor. Geceyi geçirdiğim otobüsten eşyalarımı toparlayarak mavi düşe yüklüyor,Ahmet kardeşime veda edip ayrılıyorum.
 Yola koyulmuş ve yaklaşık 1 km yol katetmişken km bilgilerini not almak aklıma geliyor, oda ne not defterim yerinde yok. Defteri Ahmetin orada unutuğumu düşünüp tekrar geri dönüyorum. Tahmin ettiğim gibi defter orada. Alıp yeniden yola koyuluyorum. Şehrin hemen çıkışında, sağ yanımda Cumhuriyet şehitleri anıtı yer alıyor.

Afyonkarahisardan Uşak istikametine doğru koyuluyorum yola. Yol gayet düzgün, temiz ve geniş, ayrıa Ereğli Konya arasındo olduğu gibi diken de yok. Bu yolda hızım ortlama 30 km yi buluyor. 
Yol kenarında kabarcık siyah üzümler görüyorum. Bu üzümlerin ağaçların üzerinde yetişen doğal üzümler.O yüzden sahibi benmişim gibi oturup rahatça yemeye başlıyrum.
 

 
 Yol kenarındaki taşların arkasında belli belirsiz görünen bu genç görüş mesafeme girdiğinden bu yana aynı noktaya bakıyor.
  
Gitderken yolumun sol yanında bir göl görüyorum.  Gölün giriş kapısı epeye geride kaldı, dönüp dönmeme konusunda kıssa bir kararsızlık yaşadıktan sonra dönmeye karar veriyorum. Ve göle doğru gidiyorum. Gölün giriş kapısını sormak için durduğum evde Raşit ve Mutare Ergül çifte yolu tarif ettikten sonra illaki çay iç dinlen diyorlar. Çay içecek vaktim olmadığını söyleyip teşekkür edip oradan ayrılıyorum. 
Gölün, 26 Ağustos parkı içerisintdeki yapay bir göl olduğunu öğreniyorum.  
Yol


Uşaga girmye çok az bir mesafe kalmışken yol kenarında bir yazlıktaki hummalı çalışma dikkatimi çekiyor.
Yol kenarında bulunan ve isminin İsmail SALLABAŞ olduğunu öğrendiğim güler yüzlü amca,yapılan işle ilgli açıklama yaptıktan sonra "buyur yavrum, içeriye gel" diyor. Hava bozuk, yağmur her an yağabilir, böyle bir zamanda bu daveti reddetmek aptallık olur sanırım. Hemen kapıda bir kova domates var, ismail amca domateslerin kendi üretitimi olduğundan bahsediyor. Çarıkköydeki bu bakımlı ve düzenli yazlıkta yapılan çalışmanın kış hazırlığı kapsamında patlıcan, biber, domates közlemesi öğreniyorum. 25 kilonun üzerindeki  patlıcanları konserve haline getirebilmek için herkes birşeyler yapıyor. Evin bahçesinden girine ismail amca ve eşi Ümmü hanımın ne kadar da çalışkan oldukları ilk bakışta anlaşılıyor. Bahçe de yok yok...

İsmail amcanın damadı Abdullah ANDİÇ, ben eşi Birgül ANDİÇ'in sorularını yanıtlarken "sen yoldan geliyrsun acıkmışsındır, sana hemen bir ekmek arası yapayım" diyerek benden bir yanıt bile beklemeden saç üzerinde et kavurmaya başlıyor. Kocaman bir ekmeğin arasında oldukça lezzetli bir et kavurma servis ediliyor. Yanında, tamamı bahçeden ve doğal domates, biber vs ile birlikte. Nuray ÖZBEK hanımefendi ise "ben size hemen bir ayran çırpıvereyim" diyor, hayır gerek yok desem de nafile.

Yemek boyunca tüm aile fertleriyle, özellikle de İsmail amca ile uzun uzun sohbet ediyoruz.İsmail amca bahçe konusunda gösterdiği çalışkanlık ve disiplin örneğini, ekmek kapısı olan terzilikte de göstermiş. Babadan kalma hiçbirşey olmamasına karşın, tamamen kendi imkanlarıyla, çağa ayak uydurarak terzilikten konfeksiyon işine geçiyor. Başarısından ve terzilik mesleğini halen icra ettiğinden dolayı Sanayi Ticaret Müdürlüğünden almış olduğu ödülleri var.
Dedesinin ismini alan İsmail ANDİÇ "abi yağmur da geliyor, nereye gideceksin bizde kal bu gün" diyor. Uşak merkeze hava kararmadan ulaşmak istediğimi söyleyince "olsun abi sen işlerini hallet, zaten bizde biraz daha buradayız, işin bitince haberleşiriz, ben gelir alırım seni" diyor. Bu beklenmedik davet ve ailenin ilgisi beni mutlu ediyor, rahatsızlık vereceğimi düşünerek, yok ben gideyim desem de ismail ısrarcı, birazdan ismailin ısrarına babası Abdullah ANDİÇ ve anne Birgül hanımın ricaları da ekleniyor. "Evimizin bir katı tamamen boş, sana ayırdık hadi gel "diyorlar.
Peki o zaman m adem orası benim yerim, bana ayırdınız geleyim diyorum. Gündüz gözüyle Uşağa ulaşabilmek için hemen çıkıyorum yola, ancak yağmur başlıyor, sol tarafımda bulunan Dağlıgil petrol istasyonuna sığınıyorum. İstasyon görevlisi Mutlu DÖNMEZ hemen bir çay ikram ediyor. Burada rapor işleriyle uğraşırken Abdullah bey arıyor. "Neredesin yusuf biz eve geçtik hadi sen de gel" diyor. Buluşma noktasını belirleyerek telefonu kapatıyoruz. Uşak'ın en kalabalık ve en renkli caddesinden ilerleyerek ulaşıyorum buluşma noktamıza. Abdullah bey, değerli eşi ve oğulları İsmail o kadar sıcak kanlılar ki ve misafirperverler ki yaptıkları karşısında çok mahçup oluyorum.Ben gelmeden banyo için su hazırlamışlar,gelir gelmez banyoya giriyorum.  Birgül hanım, sürekli birşeyler yapıyor ve rahat edin diyor. Bense "önceki günlerde yattığım yerleri fotoğrafla göstererek bu rahatlığın bana çok fazla olduğunu söylüyorum. Birgül hanım çayla birlikte evde ne varsa getirip koyuyor önümüze sağolsun. Birlikte aile fotoğraflarına bakıyoruz. Fotoğraflardan bazıları dikkatimi çekiyor. Abdullah bey eski bisikletçilerden. Eski benzin motorlu ve herhangi bir aktarma organı olmaksızın direk lastiğe sürtünerek ilerleyen bir bisikleti olduğunu söylüyor geçmişte. Aslında konuşulacak çok şey var ama vakit geçiyor, saat 12 yi gibi sohbet esnasında yüklediğim fotoğraflara yorum eklemek üzere odama geçiyorum. Odama girer girmez Hz. Mevlana nın o bilindik sözünü taşıyan tablo takılıyor gözüme. Mevlananın bu sözünü duvarlarına asmaktan ziyade yüreklerine nakşetmiş olmalılar ki yarım  saatlik muhabbetin ardından gönüllerini ve kapılarını ardına kadar açıyorlar.Geceyi, bana tahsis edilen odada, daha doğrusu bana tahsis edilen evde geçiriyorum.
Y