27 Eylül 2010 Pazartesi

10.GÜN (26.09.2010 Pazar)

Balıkesir Sındırgı-Kütahya Simav : 80 km
Simav - Tavşanlıl (Tepecik Kasabası) 95 km
Gün içerisinde yapılan toplam km 175 km.

Dün geceyi geçirdiğim Balıkesir Sıyrıngı Kertil Yangın söndürme ekip binasında, sabah saat 07:30 da arkadaşlardan bir tanesi gelerek Yusuf diye sesleniyor. Arkadaşlar kahvaltıyı hazırlımışlar sağolsunlar, "hadi kalk, kahvaltı yapalım "diyorlar. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hemen kahvaltıya geçiyoruz.



Kahvaltıdan sonra toparlanıyor. Dün gece çayını içtiğim Veli amcaya da teşekkür edip ayrılıyorum. Veli amca köyün bakkalı ve kahvecisi. 75 yaşında olmasına rağmen, kahvenin ve bakkalın işlerine üşenmeden koşturuyor.

Manise Merkezden Kertil’e kadar yokuş çıkmış, bir yerleşime ulaşabilmek adına gecede pedal çevirmek zorunda kalmıştım.Kertil’den Sındırgı’ya kadarda sürekli iniş iniyorum.Pozantı inişinin ardından, bu yollarda ilk kez ve çok kez fren kulunmak zorunda kalıyorum. Cünkü yollar çok eğimli, hem de virajın bir tanesinden çıkmadan bir diğerine giriyorum.

6297-6303












Balıkesir Sındırgı Mandıra köyüne geldiğimde, yol kanerındaki incirler dikkatimden kaçmıyor. Hemen sağ taarfa bir dönüş yaparak, incirden bir kaç tane alabilirmiyim diye soruyorum. Zira incir kalori değeri son dereece yüksek, enerji deposu bir yiyecek. Ev sahibi Halil DÜZGÜN "tabiiki" diyor. Birkaç tane değil istediğin kadar al. Hatta hemen koşturup poşet getirip bir sürü incir topluyor, "ben bu kadar inciri yanımda taşıyamam desemde eşi İrize hanım da "topla topla, üzümde koyuver, yesin yavrum" diyor. Hatta "çay koyuverelim yavrum" diyor. Teşekkür ediyorum. Orada çok tatlı bir çocuk var, Hüseyin DÜZGÜN babasıyla birilikte bu evde yaşıyor,H.İbrahim ise evin sevimli torunu. İlk önce yanıma yanaşmasa da, mesir şekeri ile H. İbrahimi ikna etmeyi başarıyrum.







Sındırgı merkeze geldiğimde, Simav yönünü sormak için bir lastikçi de duruyorum. Burada Tuncer KÖYEM, Tuncay AKDEMİR ve Mesut DEMİR isimli kardeşlerimle kısa bir sohbet ediyoruz. İyi dileklerde bulunarak arkamdan el sallıyorlar. 







Sındırgı dan Simav a doğru ilerliyorum.
Yokuşlar başlayınca, yükümün ağırlığı benim için yorucu olmaya başlıyor, Mandıra köyünde Düzgün ailesinin verdiği inciri, kendiler duymasa da, kendilerinden özür dileyerek oraya bırakıyorum. 

Yol kenarında gördüğüm, eski bir at  arabasının fotoğrafını çekmek için mavi düş'ü park edip, fotoğrafı çektiğimde, sanki arabayı çeken mavi düş müş gibi gözüküyor.

Sındırgı'dan Simav yönüne doğru ilerliyorum.


Yol boyunca karşılaştığım, suzuz,  göl, suzuz nehir, susuz ırmak ve susuz derelere, suyu büyük ölcüde çekilmiş bir baraj ekleniyor. Çaygören barajı diğer bir sürü göl ve baraj gibi can çekişiyor. Bir zamanlar su altındaki topraklarda şimdilerde köylüler hayvan otlatıyor.






Simav şehir merkezi.


Simav'dan Emet istikametine doğru ilerlerken, yol üzerinde "Arılı domates üretimi" yazan seralar dikkatimi çekiyor. Bununla ilgili bilgi almak istiyorum ancak yol kenarında kimsecikler yok. Seralara giden yol ayrımını biraz da geçmişken, tekrardan geri dönüp sorup bilgi almaya karar veriyorum. Döndüğümde Ahmet KISACIK isimli bir dometes üretici ilk olarak beni karşılıyor. Bir miktar bilgi verdikten sonra, "burası kooperatif, kooperatif yönetimi toplantıda, sen buyur geç, sana birşeyler yedirelim, başkan çıkınca da detaylı bilgi alırsın" diyor. Peki diyorum ve hem yemeğimi, hem başkanı beklemeye başlıyorum.


38-39-41-44-46-47-48/49-50-55-68-69
Birazdan Simav 4 Eylül Tarımsal Kalkınma Kooperatif başkanı Osman KELDİ geliyor.Seranın üzerinde gördüğüm arılı domates üretimi yazısına atıfla.
"Nedir Osman abi bu arılı domates üretim olayı" diyorum. 
Osman abi, 300 dekarlık bir arazi üzerinde kurulu bulunan bu seraların 4 Eylül tarımsal kalkınma kooperatifi adı altında 82 üretici tarafından üretim yapıldığını söylüyor. Üretimlerini diğer sera üretiminden ayıran en belirgin özelliğin jeotermal ısıtma sistemi olduğunu belirtiyor. İlaç kullanmadıklarını ve döllenmeyi arı kullanarak yaptıklarını belirtilyor. Yıllık 4000 ton civarında üretim yaptıklarını ve ürünlerini eskişehir, bursa, balıkesire pazarladıklarını ve pazarlama sorunlarının bulunmadığını belirtiyor. Ayrıca bu seralarda 500 civarında çalışan bulunduğunu ekliyor. Domatesten tadıyor ve hakikaten çok farklı bir lezzete sahip olduğunu görüyorum. Gelecekte internet üzerinden satış yapmayı planlayan bu çalışkan insanlara başarılar diliyorum.








56-57-59-61
Başkanla görüşmemiz bittikten sonra Ahmet abi "gel yusuf seni bir hamama götüreyim, hem bende geçenlerde soğuk bir ayran içmiştim, biraz üşütmüşüm, bana da iyi gelir" diyor.
Ahmet abiyle birlikte Simav'ın meşhur termal hamamına gidiyoruz. Bu hamamda,yılın bütün aylarından yer altından sıcak olarak çıkan, doğal yer altı suları kullanılıyor. 





Hamam çıkışında, insanların bisikletim mavi düş'e ve bana olan ilgisiyle karşılaşıyoruz. Etrafımda aslında sayısı 30 u bulan bir insan topluluğu oluşuyor, ama bunlardan bir kısmı objektifin arkasında kalıyor. Bir hatıra fotoğrafı çektirip ayrılıyorum.

Bilirsiniz, bizim oralarda Renault grubu araçlara, dayanıklılığını belli etmek için "eşşek gibi araba" derler. Sanırım burada da öyle değerlendiriliyor olmalı ki, renault toros marka bir aracın at arabısını çektiğine şahit oluyorum.
Simav dan yavaş yavaş çıkıp Emet'e doğru ilerliyorum.
Çok geçmeden o acımasız yokuşlar beni karşılıyor. Rüzgarın da etkisiyle, Simav-Emet arası hızım saatte 6 km ye kadar düşüyor. 


Bu yokuşları tırmanan yalnızca ben değilim. Bir kaplumbağa beni görünce, yolun tam ortasında duruyor. 
Bazan bu yokuşların hiç bitmeyeceğini düşünüyorum. En büyük teselliyi yine kendimde buluyorum. Geriye dönüp, çıktığım yokuşları seyretmek moralimi yüksek tutmaya yardımcı oluyor. Bu yüzden sık sık geriye dönüp bakıyorum, çünkü moralim bozuk olduğu zaman yollar daha da çekilmez bir hal alıyor. 








Hala yokuş tırmanmaya devam ediyorum. Telefonum çalıyor. Arayan, beni yolculuğumun ilk gününden bu yana yalnız bırakmayan, her gün bir kaç kez arayıp yolculuğumun nasıl gittiğini soran Abdurrahman TÜRKMEN abim. Biraz konuştuktan sonra "Amma armutları da götürüyon haaa" diyor. Hazır aklıma düşürmüşken Abdurrahman abiyle görüşmemiz bittikten sonra çantamdaki son armudumu da çıkarıp yemeye başlıyorum. 
Sanırım bu tabela dün ve bu gün ne kadar çok yokuş tırmandığımı net bir şekilde gösteriyor. Dün İzmirden 0 rakımdan çıkıyor ve bu gün 1450 rakıma kadar çıkıyorum. 
Yol bir hayli zor, ama zor olduğu kadar da keyifli. Etrafımda müthiş bir bitki örtüsü ve içimi ferahlatan, bu bünyenin pekde alışık olmadığı kadar temiz bir hava, bol bol oksijen var. 





Özellikle de Sındırgı ile Simav arası neredeyse adım başı çeşmeler var. Simav - Emet  arası bu çeşmelerin sayısı azalsada zaman zaman görmek mümkün. 2001 yılında Bilal CİNTOSUN hayratna yapılan bu çeşmeden su içiyor ve su çantamı dolduruyorum.


Su doldurduğum çeşmeden sonra bir müddet daha yokuş tırmanıyor ve bir süre sonra teknik desteğiyle, yol haritamı çıkaran, bana her aşamada yol bilgisi edinip sunan, yol durumlarını ben istemeden, benim için araştırıp bilgi veren, hava durumu hakkında beni bilgilendiren, aynı zamanda Amatör telsizci 5CHF İlyas ŞİMŞEK abimi arıyorum. Yerimi bildirip " abi daha ne kadar yokuş çıkacağım, bittim" diyorum. İlyas abi bir kaç dakika sonra bilgi veriyor. "Kardeşim çok büyük bir bölümünü çıkmışsın, az kaldı" diyor. Ha gayret deyip biraz daha pedaallıyorum, bu arada güneş artı yavaş yavaş kızıllaşmaya başlıyor. Artık gerçekten çok yorulmuşken, nihayet yokuşları bitiriyorum. İnişe geçtikten sonra Simava kadar hiç pedal çevirmden ve çok hızlı bir şekilde iniyorum. İnişim o kadar hızlı oluyorki, ilyas abiyle "acaba bu gün Emet'e ulaşabilirmiyim" in hesabını yaparken
Hisarcık'a ulaşıveriyorum. Yolumun bundan sonraki kısmı genel olrak düz, ve inişli, kısmi yokuşlar bulunsa da inişlerdeki dinlenme yokuşları rahatça çıkmama yetiyor. Bu yollarda zaman zaman 50 km yi bulsada ortalama hızım 30-35 km civarında.











Yol kenarında bekleyen iki kişiden bir tanesi nereye anlamında el işaretiyel soru soruyor. Hemen frena basıp yanaşıyorum. "Merhaba" diyorum "anaaa gordügmü laaa, Türkümüş" diyor yanındakine. "Bizde seni yabancı zannediverdiydik"  diyorlar. Beni ecnebi zanneden bu adamların ismi Hulusi BAK ve Selahattin TOPAL.

Tavşanlı'ya ulaşamadan hava iyiden iyiye kararıyor. Havanın kararmasıyla birlikte konaklama yeri arayışım başlıyor. Biraz gittikten sonra, Tavşanlıdan hemen gerisinde yolun sağ yanına yerleşmiş olan Tepecik kasabasına varıyorum. Tepecige gelmişken Karpuz Kabuğundan Gemiler isimli filmin ödüllü yönetmeni, rahmetli Ahmet ULUÇAY'ın evini ziyaret etmek, anılarına ve çalışmalarına ilişkin bilgi ve fotoğraf almak istiyorum. Ancak Ahmet ULUÇAY'ın evinde kimsecikler yok. Komşuları çocuklarının okul kaydı için gittiklrini söylüyorlar.  Buradan ayrılıyorum. 
Fotoğrafta yer alan Ahmet ULUÇAY'ın evi. 

Konaklayabileceğim ve karnımı doyurabileceğim bir yer sormak için Kasaba bakkalının önünde duruyorum.Ve bir de tuvaletin hangi yönde olduğunu, "işte şurda cami var" diyor bakkal. Eliyle gösteriyor, cami çok yakın, caminin tuvaletinde daha önce hiç görmediğim bir sistemle karşılaşıyorum. Sizlerinde bilgisi olması adına bu ilginç görüntüyü, bu da bir bilgidir, deneyimdir diyerek, hepinizin affına sığınarak paylaşıyorum.
Toplam beş odadan oluşan bu tuvaletlerde tuvalet taşı bulunmuyor. Genişliği 15 cm civarında olan ve siper şeklide kazılmış, hafif eğimli ve tamamı birbirine bağlı, alt bölümünden sürekli olarak su akan, ilginç bir yapı. 




Karnımı doyurmak üzere caminin hemen yanında bulunan pideciye giriyorum. Fırında bulunan Akın Sait ÖZCA isimli yakışıklı kardeşim. Mahçup bir ses tonu ve yüz ifadesiyle "valla hamurun sonu içerde abi, kusura bakma" diyor. Peki kardeşim, yinede sağol deyip ayrılıyorum. Bakkaldan bir makarna, yoğurt, domates, ekmek ve birkaç çikolata alıp, köy odasına doğru ilerliyorum. 

Köy odasına eşyalarımı bırakarak,  hemen yemek hazırlığına başlıyorum. Yemek te ne yemek. Makarnayı tencereye koyuyorum, kaynamaya yakın, içine biraz domates doğruyor, tuzunu biberini atıp, biraz da yağlıyorum tamamdır. Yanında yoğurt ve kepekli ekmekle afiyetle ye.
Bu arada alışverişe, üzerinden yükümü indirdiğim mavi düş ile gidiyorum. Yük boşalınca mavi düş sanki uçacak, sanki altından fırlayıp kacacak gibi geliyor. Bu yolculuk onu da, beni de çok yordu.
Burası geceyi geçireceğim köy odası. Köy odası önceleri çok bakımsız imiş, ancak köyün genç ve orta yaşlıları, burayı revize ederek, hem kendilerin kullanabileceği güzel bir sohbet alanı, hemde misafirlerin konaklaması için uygun bir yer haline getirmişler.Akşamın ilerleyen saatlerinde köy odasının müdavimleri bir bir gelmeye başlıyor. Hepsi de çok neşeli insanlar, hal öyle olunca koyu bir muhabbet ve kahkahalar saat 24'e kadar eksik olmuyor. 




Köy odasında karşılaştığımız Hasan YAŞAR isimli genç arkadaşımız Bankasya birinci ligde profesyonel futbolcu. Kendisi profesyonel anlamda futbol oynamaya başladıktan sonra da arkadaşlarından hiç kopmamış, çok sıcak ve samimi bir insan.  
Bu küçük kasabada bazı şeyler ilgimi çekiyor, örneğin Kasaba da, ücretsiz kullanılan bir tuvalet var, pırıl pırıl, tertemiz bir tuvalet, bir çok büyük ilçe hatta il de bu temizlik ve kalitede tuvalete raztlamak çok güç. Ayrıca halkın ücretsiz yararlandığı gasılhane ve morg, meydanda işlemelerinin güzelliğiyledikkat çeken bir çeşme bulunuyor. 



Telefon ve mesajlarıyla beni yalnız bırakmayan, benden bilgi alamadığı vakit, çeşitli iletişim yollarına başvuran, sevgili dostum Selim ÇELİKTEN'e sonsuz teşekkürler.